AVRUPA BİRLİĞİNİN HAÇLI ZİHNİYETİNİN DOSYASI

Vizede karşılıklılık

YERYÜZÜNDE bir ülkeden bir ülkeye seyahat etmek eski çağlardan beri yapılan olağan hareketlerdendir. Eski çağlarda sınırlar kesin belli olmadığı için ülkeler arası seyahatler rahatlıkla yapılabiliyordu. Orta Çağlara gelindiğinde ise her ne kadar kesin sınırlar belli olmamasına rağmen özellikle tüccarlar, sanatkârlar, çiftçiler ve göç eden özellikli aileler sınır muhafızlarının gözetiminde bir ülkeden bir ülkeye gidebilmekteydiler. Yeni Çağın başlamasıyla birlikte ve özellikle Yakın Çağda kurulan BM ve onun tanıdığı sınırlar çerçevesinde ortaya çıkan ülkeler arası ilişkilerde ve her ülkede açılan konsolosluklar vasıtasıyla alınan vize adı verilen özel izinlerle ülkeler arası seyahatler gerçekleşmekteydi. 1800’lü yılların sonundan itibaren işgal edilen ve parçalanan Osmanlı topraklarında konsoloslar emperyalist düşüncelerle hem geniş Osmanlı topraklarına gözetim hakkı elde etmiş hem de Osmanlı vatandaşlarının Müslüman kısmına zorluk çıkarmaya başlamışlardır. Bu konsoloslar 1. Dünya Savaşı sırasında gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının kendi ülkelerine göçmeleri için hem kışkırtıcılık yapmış hem de onların göçünü maddî olarak finanse etmişlerdir. Bunlar ABD’den Güney Amerika ülkelerine, Fransa’dan İngiltere’ye ve hattâ Rusya’ya kadar geniş bir alana yayılmışlar dır. İşgal yıllarının verdiği fütursuz tavırlar Atatürk Türkiye’sinin kurulmasıyla kesilmiş ve Atatürk’ün “kısasa kısas” ve de “iyi niyete karşı iyi niyet” politikalarıyla son bulmuştur. Atatürk Türkiyesinin T.C. vatandaşları tüm dünyada saygınlık kazanmış ve onun dünya tarihindeki eşsiz şahsiyetiyle bütünleşerek olması gereken erdemlik noktasına ulaşmıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra maalesef 19. yüzyılın emperyalist-sömürgeci zihniyeti tekrar hortlamış, pasif kalan hükûmetlerimizin de yanlış politikalarıyla T.C. vatandaşlarına önce Avrupa, sonra ABD ve yeryüzündeki diğer ülkeler vize koymaya başlamışlardır. Yapılan vize uygulamaları, insan hakları beyannamesine tamamen aykırıdır. Günümüzde ise adını dahi bilmediğimiz ve üstüne para verseler bile gitmeyeceğimiz ülkeler bile T.C. vatandaşlarına vize uygulaması koyarak Türk milletine saygısızlıklarını doruk noktaya çıkartmışlardır. Bu ülkeler T.C. vatandaşlarını konsolosluklar önünde günlerce süründürmekte ve hakaret, aşağılama, saygısızlık ve insanlık dışı davranışları kendilerinin hakkı olarak görmektedirler. Vize uygulayan özellikle AB ülkeleri ve ABD’nin hangi kıstaslara göre hareket ettiği meçhul olup kime ve nasıl vize verildiği sadece kendileri tarafından bilinen gizli bir metot olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu durum biz T.C. vatandaşlarını yani Türk milletini derinden yaralamaktadır. İnsan haklarına da aykırı olan bu tutum ve davranışların sonucu aklımıza T.C. vatandaşlarının yani Türk milletinin sanki yeryüzüne ait bir millet olmadığı gelmektedir. Ve bu yeryüzü ülkelerinin biz T.C. vatandaşlarını sanki: “dünyada istemedikleri” izlenimi uyandırmaktadır. Buna karşılık hükûmetlerimizin çaresizliği ve “kısasa kısas” politikası izlememeleri bizleri ayrıca üzmektedir. Hiçbir kurum ve kuruluşun ihracat, ithalat, turizm bahanesiyle bu konuyu savunmalarını ve bahane göstermelerini kabul etmiyoruz. Dünyada 6. autakt (kendi kendine yeten) ülke olmamız nedeniyle bizlere bin bir zorluklarla vize uygulayan ülkelerin vatandaşlarının turizm vs. bahanelerle Türkiye’ye para bıraktıklarını iddia etmek hem büyük bir yanlış ve milletin saygınlığını yitirmesine destek hem de onur meselesi olarak geçersizdir. Ayrıca ithalat ve ihracat, karşılıklılık esasına dayalı bir çıkar ilişkisidir. Turizm de aynı şekilde ekonomik ve kültürel bir ilişki olduğu için dünyanın en güzel kültürel ve doğal güzellikleriyle en iyi otelleriyle hizmet veren Türkiye bu ucuz fiyatlarıyla zaten cazibe merkezidir. Ayrıca unutulmaması gereken turizm gelirleri tablosu da şöyledir:

10 milyar USD turizm geliri elde eden Türkiye’nin outgoing- yurt dışına giden Türk turist giderleri 3 milyar USD, .yurt dışına giden Türk öğrencilerin masrafları 3 milyar USD ve yapılan lüks ithalat ise 20 milyar USD üzerindedir. Ayrıca Türkiye’den götürülen gayrıresmî fuhuş parası ise 5 milyar USD civarındadır. Yani bu rakamlara baktığımızda ülkemize vize koyan ülkelere vize uygulamasında hiçbir olumsuz yan olmayıp her halûkarda maddî ve mânevî zarar eden Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu nedenle hiç kimsenin çeşitli bahanelerle yapılan bu saygısızlığın yanında olmasını istemiyoruz. Kısacası, şahsî çıkarlar millet çıkarlarının önüne geçmemelidir.

Birleşmiş Milletler’in ülkeler arası ilişkilerde ana maddesi olan “mütekabiliyet-karşılıklılık esası” maddesinin derhal hayata geçirilmesini yetkililerden bekliyoruz. T.C. vatandaşı ve Atatürk Cumhuriyeti’nin mensupları olarak bu saygısızlığa ve haksızlığa son verilmesini, bu konuda duyarlı olan basın mensupları ve köşe yazarlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarımızın bir an önce onurumuz için çağrılarının devamını rica ediyor, devletimizden zedelenen gururumuzu telâfî etmesini bekliyoruz. Gerekirse Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları mahkemelerine tüm sivil toplum örgütlerinin başvurmalarını tavsiye ediyoruz.

Cengiz Savaşeri

Gazetici-Yazar

KÖKÜTÜRKLER AKADEMİSİ

******************************************************************************************************************************

EY TÜRK! TOPRAĞINA SAHİP ÇIK!

BİNLERCE yıldır Türk toprağı KERKÜK ve TELAFER, gözümüzün önünde elden gidiyor. ABD ve AB yeni projeleri ve uygulamaları ile, güç dengelerini değiştirip yönetebilecekleri uydu ülkeler kurmaya çalışıyor.

M.Ö. 3000’li yıllardan kalan, Sümer-Ur ve Uruk kentlerinde yapılan kazılarda bulunan Sümerce yazıtlarda, Prof. Muazzez İlmiye Çığ ile ilgili okumalarda, Kerkük-Erbil-Musul-Telafer-Altınköprü-Talkus, Suriye’nin kuzeyi dahil yakın bölgelerde “TÜRKKULAR” isimli kavmin yaşadığı ve bu kavmin Asya’dan gelen ÖNTÜRK boylarından olduğu açıklanmıştır.

Bölge, uzun yıllar, Öntürk kökenli boylarca yönetilmiş ve 13.-16. y.y arası Lâtin kaynaklı haritalarda “TURH HİA-TURKİA” olarak isimlendirilmiştir. Osmanlı döneminde “ARTUK-ETRAK” adı ile Türkmen (AKKOYUNLU) bölgesi olarak tanınmıştır.

Uzun Hasan’ın Osmanlı’ya yenilmesi üzerine, periyodik olarak göçen Türkmenlerin bir kısmı bugünkü Güney Azerbaycan’a sürülmüştür.

Hâlen nüfusun büyük bölümü Türk olan bu bölgelerde, yakın tarihlerde örneklerini yaşadığımız (Bosna Hersek-Afganistan-Karabağ-Kafkaslar-Balkanlar) gibi Türklüğün ve Türk topraklarının üzerinde oynanan oyunlar yenilenmektedir.

Türkiye Cumhuriyetleri hükûmetlerinin bugüne kadar, Türkçü ideolojiden ve tavırdan uzak çekimser politikaları sonucu, Türk bölgelerindeki etkili faaliyetlerde zayıf kalarak, sinsi politika üreten sömürgeciler ve dünyada otorite olmak isteyen diğer ülkeler tarafından, vatanımız üzerinde kontrol mekanizmaları oluşmaya başlamıştır.

Emperyalistler ve dünya ticaretine yön veren çok uluslu holdingler, kontrol etmek istedikleri bölgelerde engel gördükleri ülkeleri ve halkları, fakirleştirip köleleştirmeye veya bunaltarak taciz ve işgal hareketleri ile sürgüne zorlamaktadır. Kürtler gibi taşeron aşiretleri ve küçük devletleri kullanarak, petrolün veya zengin yeraltı kaynaklarının bulunduğu bölgelerde hâkimiyet kurmak istemektedirler.

Son haftalarda TELAFER’e sızan Sadr yanlısı teröristler bahanesi ile ABD güçleri, bu saygın Türk kentini hedef almıştır. Musul kentinin 60 km. batısındaki 500.000’i aşkın nüfusun tamamı Türk olan kentimiz bombalanmış, hasar görmüş, 50.000 insan kenti terketmek zorunda bırakılarak 120 Türkmen şehit edilmiştir. 100’den fazla insanımız, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yaralıdır.

İnsan hayatı üzerinden tezgâhlanan oyunları, Türklüğün pas edilerek Silopi üzerinden Orta Doğu’yla bağlantısının kesilmesi tezgâhlanmaktadır.

Türk milleti “kaygı ile izliyoruz, kınıyoruz, takipteyiz” gibi cümleler yerine ÂCİL MÜDAHALELER beklemektedir.

TÜRK DÜNYASI ANTALYA DAYANIŞMA BİRLİĞİ (TÜRKBİR) adına

Cengiz SAVAŞERİ

(Orkun Antalya Temsilcisi-KÖKTÜRKLER AKADEMİSİ)

***************************************************************

Sislerin içindeyiz

Emperyalist Avrupanın AB. uyum yasaları, İ.M.F. anlaşmaları, B.O.P. kapsamındaki uygulamalar ile içine girdiğimiz sisin nasıl dağılacağını, dağılınca nelerle karşılaşacağımızı tahmin etmek çok güç.

1970 li yıllarda, Türkiye’de enflâsyon ortalama %5 iken ve parlâmenter sistemimiz çalışırken, Albaylar cuntasının hakim olduğu Yunanistan’da kaos yaşanıyordu.

1974 Kıbrıs harekâtı, G.A.P. projesi, Kuzey Irak askerî operasyonları Türkiye’nin ve Türk ordusunun gücü dikkatleri üzerimize mi çekti? Günümüzdeki emperyalist plân ve uygulamalarla Haçlı zihniyetini, tarihte Anadolu ve Güney Türkistan topraklarında, Hindistan ve Afganistan’da M.Ö. ki yıllarda başlayan fetih teşebbüsleri ile bağdaştırırsak, batıyı daha kolay anlarız.

Anglo Sakson, Frank, Flâman, Vandal, Lombart, Viking ve Gal gibi adlarla ortaya çıkmış alt CERMEN boylarının çatışmalardan vaz geçip Dünya egemenliği ideolojisini geliştirerek fikir, inanç ve menfaat birliği halinde doğuya seferler yaptıkları tarihçilerimiz tarafından tesbit edilmektedir. M.Ö. 7. yy’da Alp Er Tunga tarafından durdurulan Zerdüşt ve 300 rahibi, M.Ö. 3.yy. da ön Türk boyları tarafından hezimete uğratılan Makedon Kralı İskender’in seferi başlıca örneklerdir. (araştırmacı tarihçi yazar Serhat KUNAR’ın yazıları)

Son yıllarda Gümrük Birliği Anlaşması ile başlayan ekonomideki gerileme, ithalat ile ihraacat arasındaki dengesizlikten kaynaklanan bütçe açıkları, siyasî kavgalar, ideolojik çatışmalar, Ermeni ASALA terörü ve peşinden üç beş çapulcu diyerek aldandığımız P.K.K. terörü ve binlerce şehit.

İşte binlerce yıldır Türk coğrafyalarını, Türk boylarını hedef alan uygulamalar her dönemde olduğu gibi son yıllardada karşımıza çıkıyor. Dış güçlerin yerli taşeronları ile mütareke basınınıda göz önüne aldığımızda iyiden iyiye sisin içine girdiğimizi söylemek mübalâğa olmaz.

Batı dünyası geçen asırda öne sürdüğü ŞARK MESELESİ’nden vaz geçmeyip A.B. uyum yasaları, B.O.P. demokrasi, azınlık ve insan hakları dayatmaları ile emellerini gerçekleştirirken, b zı devlet büyüklerinin A.B. ülkeleri yetkilileri ile fotoğraf çektirebilmeyi Türk kamu oyuna başarı olarak sunarak, günden güne fakirleşen, fakirleştikçe köleleşen kültürsüzleşerek Türklükten uzaklaşıp adeta Bizanslaştırılmaya çalışılan Türk milletine gözlerini, kulaklarını kapatmalarına ne kadar tahammül edeceğiz? Böyle devam edersek, gençliğimiz, Uygulamaya konulan gençlik programları ve misyonerlik faaliyetleri ile tarih ve kültüründen kopartılarak zamanla batı kültürünü benimseyip, belki de Sheaksper’i, Motzart’ı kendi atası sanacak.

1920 de imzalattıkları 46 maddelik SEVR andlaşmasından farkı olmayan bütün bu dayatmalara karşı tavır alan Türk milliyetçileri Türk dünyası, Turan diyenler, statükoculukla, radikallikle suçlanıp susturulmaya çalışılıyor.

Fransa cumhurbaşkanı Chirac Marsilya’daki konuşmasında “hepimiz Bizans’ın yani Roma’nın çocuklarıyız” diyerek batı dünyasının gerçek tarihî niyetini ortaya koymuşken, SAROS’un ortağı Jim Rojers’ın ve İsrail Ticaret Enstitüsü Başkanının internet sitelerinde G.A.P. bölgesinin önemine değinerek, toprak alımlarını teşvik ettikleri bilinirken, Millî iradeyi ortaya koyamayıp teslimiyetçi politikalara anlam veremediğimiz gibi seyirci de kalamayız. Sultan ABDÜLHAMİT Han’ın “ECDADIMIN KANLA ALDIĞI TOPRAKLAR NASIL ALINMIŞSA ÖYLE VERİRİZ” sözlerini hatırlatmak isterim.

Millî aydınlarımızın etkisizleştirildiği, millî sermayenin ufaltıldığı veya gayrı millî unsurların eline geçtiği, millî tarih şuurundan yoksun, millî siyasetin yok olduğu bu sisli dönemden nasıl çıkacağımızı bütün Türkçülerin düşünmesi, düşünmekten öte üzerindeki ölü toprağı atıp harekete geçmesi gerekmektedir.

İnsan hakları, dünyanın hiçbir yerinde Türkler için uygulanmazken, kendi vatanlarında azınlık sayılan Batı Trakya Türkleri, çatısını onarmak için veya ehliyet alabilmek için aylarca bekletilirken, Yunanistan ve Bulgaristan’ın ders kitaplarında hâlâ Türkleri aşağılayıcı bölümler varken ve Balkanlardaki Türkler Türkçe eğitim veren okullar açamayıp, müftülerini dahi tayin edemezken, azınlık hakları dayatmaları ile Ruhban okuluna özerklik kazandırma çabalarına, Patrikhane’nin Türk devletini ve yasalarını umursamaz kasdî davranışlarına Anadoluda kilise ayinleri ile misyonerlik faaliyetlerine biz niçin göz yumuyoruz.

Kırgızistan’da 1000 den fazla katolik ve protestan kiliseleri açıldığını, Kazakistan ve Kırgızistan müslüman Türkünün %5 inin hıristiyan olduğunu haber programlarından öğreniyoruz.

A.B. anayasasına başta Fransa ve Hollanda hayır derken Türkiyeli büyükler 29 Ekim 2004 Cumhuriyet’in yıldönümünde Roma’ya çağırılıp Papa’nın heykeli önünde anayasalarını kabul etme taahhüdünde bulundu. Yeni Papa 16. Benedikt’in çağrısı ile, Fener Rum patriğinin birleşmeye “Tanrı’ya karşı bir ödev” diyerek yanaşması, bu Tanrı ödevinde ise Protestanların ve diğer hıristiyanların dışarıda bırakılması yeni bir haçlı siyaseti değil midir?

1960’lı yıllarda Kıbrıs’ta, EOKA cıların başlattığı ENOSİS davası ve katliamlar, Rusların kominizm aldatmacası ile Kafkaslardaki Türk haklarına ve Orta Asya’daki Türk soydaşlarımıza yaptıkları insanlık dışı sürgün ve katliamlar, Batı Trakya, Bulgaristan, Bosna’daki zulüm ve katliamlar, son yıllarda Karabağ işgali ile sürgünler ve Kerkük Türklerinin acıları biz Türk milletini sarsarken, bütün bunları görmezden gelen Dünya, adalet, insan hakları, demokrasi savunucusu ülkeler, sözde Ermeni soykırımı iddialarına parlâmentolarında karar çıkarmak için adeta yarışır oldular. HEDEF TÜRK VE TÜRK COĞRAFYALARI değilse bu uygulamalara ne anlam vereceğiz.

Yüz yıldır müdafaa sürecinde olan Türkler, Ziya Gökalp’in, H. Nihal Atsız’ın, Başbuğ Atatürk’ün, Gaspıralı İsmail’in hedeflerini gerçekleştirmek için hâlâ hamle yapamaz durumda.

Bazen sis dağılıyor, uzağı göremesek de yakınlarımızdaki mandacı ve menfaat öncelikli ticaret birliklerini, A.B. fonlarından nemalanan vakıf ve dernekleri, P.K.K destekçilerini, şeriat devleti özlemi duyanları seçip not alabiliyoruz. Yine de sis tam dağılmadığından kimlerin kimlerle şer ittifakları yaptığını tam belirliyemiyoruz. Anlaşılan o ki A.B. dayatmaları ile veya A.B.D’yi arkalarına alarak emellerine daha çabuk ulaşacaklarına ikna edilmiş olanlar epey fazla. Bunlara hortumcular ile Türkiyelilik, mozayık söylevlerinde bulunanları ve diğer dinleri islâmla bir tutup misyonerlerin işini kolaylaştıranları da eklersek Türk milletinin işi oldukça zorlaşıyor.

İncirlik bataklığı kurutulamadı, P.K.K’ya lojistik destek verildiği ve peşmergelerin eğitilip kuzey Irak’ta görevlendirildiğini öğreniyoruz, Irak işgali ile tapu dairesi, nüfus müdürlükleri yağmalanıp, Irak Türk’ü devre dışı bırakıldı, iki kürt liderden biri devlet başkanı diğeri federasyon başkanı oldu. Yeni devletin polisi ile askerinin çoğunun İ.K.Y.B veya İ.K.D.P üyesi olduklarını basından okuyoruz. Irak Kürtleri merkez bankası kurup para basıyorlarmış, istihbarat teşkilatlarını kurup tutuklamalar yapıyorlarmış, gazete beyanatlarından öğrendiğimize göre Türk güvenlik güçleri ve ilgililer izliyorlarmış.

Son aylarda ülkemizi zora sokacak toplantı teşebbüsleri yanı sıra devlete karşı suç işleyenlerle devletimiz temsilcilerinin görüşmeler yaptıklarını, örgüt ve federasyon isteyen bez parçaları ile gösterilere şahit olduk, Yetişen yeni nesiller neden az duyarlı, Atatürk’ün öğretmenleri azalıyor mu?. Bundan sonraki nesilleri yetiştirecek Türk öğretmenlerine çok görev düşeceğine şüphe yok.

Sislerin içinden çıkmayı başardığımızda neler göreceğiz, Çanakkale önlerine yine mi gelecekler?, Bu milletin bağrından Yahya Çavuşlar, Seyit Onbaşılar, Yarbay Mustafa Kemaller, dün olduğu gibi yine çıkacaktır.

Ya İstiklâl ya ölüm diyenler hep var olacaktır, belki Avrupalı kâhinler Atilla’nın torununun çıkacağını bildiklerinden tedbir almaya çalışıyorlardır. Bizim için gerekli olan Türklük gurur ve şuurunu taşıyan yeni nesiller yetiştirip, Türk tarihi ve kültürünü tanıtıp, Türk varlığının ilelebet devamını sağlamak ve Türk’ü dünya gücü yapma yolunda mücadele etmektir.

Cengiz Savaşeri

Gazeteci-Yazar

KÖKTÜRKLER AKADEMİSİ